Okuma Süresi 2 dk, Bilge Özdemir
Ketojenik diyet; çok düşük oranda karbonhidrat (genellikle <50 g/gün), yüksek miktarda yağ ve yeterli miktarda protein içeren bir diyettir. İlk olarak 1924’te epilepsiyi tedavi etmek için geliştirilmiştir. Ancak yakın zamanda yapılan çalışmalarda, kilo kaybı ve tip 2 diyabetin tersine çevrilmesi ve kontrol altına alınmasına yardımcı olduğu yer almaktadır. Çalışmaların artmasıyla beraber kilo yönetiminde ketojenik diyetlerin kullanımı muazzam bir popülerlik kazanmıştır. Bununla birlikte birçok tartışmaya da neden olmuştur.

Bazı araştırmacılar düşük karbonhidratlı diyetlerde metabolik bir avantajın olmadığını ve kilo kaybının muhtemelen artan proteinin doyma etkisinden ve düşük kalori alımından kaynaklandığını öne sürüyorlar. Bunun dışında bir hastalık tedavisi olarak geliştirilen bu beslenme modelinin sağlıklı bir bireyde sadece kilo verme amacıyla yapılması diyet tipinin sürdürülebilir olmasını engellemektedir. Ayrıca pek çok olumsuz yan etkiyi de uzun dönemde beraberinde getiriyor. Diyetin uzun süre yapılmasından kaynaklı kanda keton cisimciklerinin yüksek miktarda bulunması ketoasidoza sebep olabilir. Bunun dışında kabızlık, karın ağrısı, bulantı, kusma, ağız kokusu (metalik bir koku) ve sıvı kaybı yaşanabilecek yan etkilerden birkaç tanesidir. Aynı zamanda yüksek protein ve yağ içeren bir diyet programı olduğu için böbrek, damar, kalp, kemik sağlığı için de pek çok olumsuz yan etki oluşturabilir.
Özellikle günümüzde yediğimiz her protein kaynağının içeriğini sorgulamaya başladık. Tavuk hormonlu mu? Büyükbaş hayvanlar antibiyotikli-ilaçlı mı? Balıklar ağır metalli mi? Böyle bir dönemde bedeni zorlamadan güvendiğimiz protein kaynaklarını tüketerek, sağlıklı karbonhidrat türevlerini ve sebze-meyveyi en temizinden bulmaya çalışıp dengeli bir şekilde hayatımıza sokarak, sürdürülebilir beslenme modelleri oluşturmak en sağlıklı seçimdir.
Bir Cevap Yazın